5 Temmuz 2010 Pazartesi

Hala kuşlar var, hala ağaçlar var!





Empati adlı kitabın bir bölümünde Alman filozof Schopenhauer'in aşağıdaki gibi laflar ettiği yazıyordu. Bu bağlamda bakınca tüm sıkıntılarımızın istekleri hiç bitmeyecek olan kendi irademizin bir ürünü olduğunu düşünebiliriz. Şöyle buyurmuş filozof;

Tüm sıkıntı ve üzüntülerin kaynağında iradenin arzuları vardır. Çünkü tatmin edilmemiş bir arzu bizi özlemle dolu olarak bırakır, tatmin edilen bir arzunun yerini bir yenisi alıncaya kadar da can sıkıntısı yaşarız.


Aslında bu düşünceyi anlayıp özümsemek zor değil fakat devamında söyledikleri için birazcık kafa yormak gerek. Şöyle devam ediyor;

İradenin egemenliğinden kurtulmanın tek yolu, estetik beğeniye layık bir nesnenin üzerinde derinlemesine yoğunlaşmaktır. O tür nesneler kendi benliğimizi içlerinde kaybedeceğimiz, kişiliğimizi unutacağımız ve nesnenin aynası haline dönüşeceğimiz özel bir algısal bilinç halini tetikler.


Bu ikinci paragrafa ilk ve yanlış olduğunu düşündüğüm bakış açım sanatsal ve üretilmiş bir üründen bahsediyor olma ihtimaline meyletmem oldu. Yani bir nevi modernizmin bize pompaladığı ürünlerin etrafında dönen estetiklik olgusu.Bu estetiği görmenin yolu modernizmle iç içe olmaktır diye düşündüm.Hatta okuyunca "cahil mutluluğu" diye bir şey var diye geçirdim içimden itiraz edercesine. Sonra ne kadar yanıldığımı aslında hayatım boyunca kendimin de defaatle tercüme ettiğim şekilde, zaten en çok "cahil mutluluğu"nu yaşayan insanlarda görme ihtimalimizin olduğu bir şeyden bahsettiğini anladım. Burada anlatılan yetiştirdiği buğday başaklarına yoğunlaşmış bir köylünün yaşadığı şey olmasındı? Ya da yağmurun yağışını seyretmeye başladığımızda içimize yerleşen ama biraz özümseyince kaybolan şey olabilir miydi? Ya da alışıncaya kadar, müthiş bir manzaraya baktığımız ilk anlarda hissettiklerimiz? Ya da bir bebeğe baktığımız, kokusunu aldığımız ilk anlar? Ve daha da genişleterek, tüm bu duyguları bir anlığına da olsa bize yaşatmayı başardıkları için özel olabilen sanatçıların yapıtları bize bu duyguyu veren şeydi belki de.

Yaşamanın sırları (yaşamın değil:) diye bir kitap yazacak olsam, sanırım yukarıda bahsedilen düşünceyi yazardım uzun uzun. Ve insanın ya yoğunlaşabileceği estetik nesnelerin (görüntülerin) fazlaca olma ihtimalini artırmak için çabalaması gerektiğine, ya da o nesne (ya da görüntüye) baktığı ilk anda hissettiği duyguların süresini uzatmanın yolunu bulmaya çalışması gerektiğine ikna etmeye çalışırdım. Buğday ya da domates yetiştiremeyecek olanlara medidatif yöntemler önerir ama en çok şu anlatılanları gerçek manada özümseyebildiğinden emin olmak isterdim.
Yani farkındalık olmadan olmayacak, ama hap gibi "dur arınayım, 20 dk meditasyon yapayım" diyerek te gerçekleşmeyecek bir şey bu aslında.Daha çok sezgisel, sessizce, mükemmelliyetçilikten değilse de bunun kaygısından arınmış, sadeliği ön planda tutan, doğadaki bir çok şeyin içinde mütevazilikle bize doğru bakan herşeye yüzümüzü çevirme olgunluğuna erişmektir belki bu.Her an belki de çevremizde dönüp duran dünyaya başka bir pencerenin de açık olduğunun bilincine varmak ve ara sıra gidip o pencereden bakabilmek.Ama unutmayın ki bu yazılanları anlamak için gereken motivasyon, çakralarınızı açmaya çalıştığınız meditasyon seanslarınızdan daha üstün olmalı.Yani kolay olmadığını bilin. Kolay olmuş ise emin olun daha olmamıştır.

Dip Not Gibi: Üniversite yıllarında çok kötü bir günümde kendi kendime "hala kuşlar var, hala ağaçlar var" dediğimi hatırlıyorum :)) Çok romantik bir bünyenin, melankoli içerisinde ve safça ürettiği cümleler gibi görünen o şeylerin, gerçek hislerim ve doğru çıkış kapıları olduğunu, hayatın acımasızlığının o romantik kısmı defalarca budadığı şu an ki bünyemle daha iyi anlıyorum..

Bu Blogda Ara

My Blog List